Tarık bin Ziyâd, askerlerine “Ey mücahit kardeşlerim! Arkamızda deniz, önümüzde düşman var. Düşmana saldırmaktan başka hiçbir şeyimiz kalmadı. Bize ancak doğruluk ve sabır yaraşır” diye seslendi.
Târık bin Ziyâd, Mûsâ bin Nusayr’ın azatlı kölesidir.
Mısır, hicretin yirmi birinci yılında Hazreti Ömer’in emriyle Amr bin As (radıyallahü anhümâ) tarafından fethedilince, Kuzeybatı Afrika’nın (Afrikiyye yani Tunus) da fethi, Bizans tehlikesinin ortadan kaldırılması için zarurî görülmüştü. Mısır valisi Amr bin As, Afrikiyye’nin fethi için gönderdiği orduya, Ukbe bin Nâfî el-Fihri’yi komutan tayin etti. Ukbe bin Nâfî, Züveyle ve Berka’yı fethedince, Amr bin As da Berka’ya gelip cizye vermeleri karşılığında oranın halkı ile barış yaptı. 643’te Trablus üzerine yürüyüp fethetti. Daha ileri gitmeyi teklif etti ise de halife uygun bulmadı. Hazreti Ömer’in emriyle Mısır’a döndü.
Hazreti Osman zamanında halifenin müşaviri olan Amr bin Âs’ın yerine Abdullah bin Sa’d bin Ebî Şerh, Mısır valisi tayin edildi (646).
Ahmed Cevdet Paşa, “Kısas-ı Enbiya ve Tevarihi Hülefa” adlı kitabında Abdullah bin Sa’d bin Ebî Şerh kumandasındaki ordunun kazandığı meydan muharebesini aşağıdaki gibi anlatmaktadır.
Trablus’tan Tanca’ya kadar olan bu bölgeyi, Georgios adlı bir Bizans valisi idare ediyordu. 648 yılında, Abdullah bin Sa’d bin Ebî Şerh kumandasındaki yirmi bin kişilik İslâm ordusu, yüz yirmi bin kişilik Bizans ordusu ile karşılaştı. Muharebe uzadıkça uzadı.
Ordunun durumundan haber alamayan Hazreti Osman, Abdurrahman ibni Zübeyr’i bir miktar imdat kuvvetiyle Abdullah bin Sad ibni Ebi Serh’e gönderdi. Hazreti Abdurrahman ibni Zübeyir, süratli bir şekilde Medine’den yetişti. Abdullah ibni Sad’ı meydan-ı muharebede göremeyince, nerede olduğunu sordu. Meğer Georgios, “Kim, Abdullah ibni Sad’ı katlederse, ona yüz bin altın vereceğim ve dahi kızımı ona vereceğim” demiş. Bu yüzden Abdullah ibni Sad saklanırmış. Abdurrahman ibni Zübeyr, Abdullah bin Sad’a “Sen dahi, kim, Georgios’u öldürürse, ona yüz bin altın vereceğim ve dahi Georgios’un kızını ona vereceğim” diye ilan et demiş. Bu ilan sonrasında, Georgious dahi ortalıkta gözükmez olmuş.
Hazreti Osman içinde “Şücaaan-ı Müslimin”den Hazreti Hasan, Hüseyin, Abdullah ibni Abbas, Abdullah ibni Cafer-i Tayyar, Abdullah ibni Amr ibni As, Abdullah ibn-i Zübeyr gibi Eshabı kiramın kahramanları da bulunan bir imdat kuvvetini, Abdullah bin Sad ibni Ebi Seh’e gönderdi. Bu orduya Ukbe bin Nafi de kuvvetleriyle iltihak etti.
Abdurrahman ibni Zübeyr’in kardeşi olan Abdullah ibn-i Zübeyr, şücaaan-ı müsliminden idi. Çok kahramandı. Bir gün, süvarilerden müteşekkil güzide bir birliği harbe sokturmadı. Çadırlarında gizledi. Her gün sabah iki tarafın askerleri sabah meydana çıkar çarpışırlar, öğlene doğru sıcak iyice çoğalınca geri çekilirlerdi. Her iki taraf da istirahat ederdi.
O gün Abdullah ibni Zübeyr, hiç yorulmamış o mümtaz süvarilerle, ansızın Romalıların üzerine saldırdı. Yorgun olan Romalılar, bozuldular. Abdullah ibni Zübeyr, ardı ardına saldırıyordu. Georgios’un komuta merkezine ulaştı. O’nu öldürdü. Roma ordusu dağıldı. Bu savaştan sonra, civar kabileler de cizye karşılığında sulh yaptılar.
667 yılında Muâviye bin Hudeyc, Mısır valisi oldu. Aynı yılda Fustat ordugâhından çıkan İslâm askerleri, Afrikiyye’ye (Tunus) girdiler. Sus şehrini fetheden İslâm ordusu kuzeye yöneldi. Hareket üssünden çok uzaklaşıldığı bildirilerek yeni bir ordugâh şehri kurulması, halîfe Hazreti Muâviye’ye (radıyallahü anh) arz edildi. Ukbe bin Nâfî’ye Kayrevân şehrini kurması emredildi. Fustat usûlünde kurulan Kayrevân’ı merkez üssü olarak kullanıp, Bizans şehirleri üzerine akınlar yapıldı. Bizans’ın Afrika valiliğinin merkezi olan Kartaca’yı hedef seçen Ukbe bin Nâfî, Mısır valisi olan Muâviye bin Hudeyc’in ölümü üzerine, 675 yılında bu vazifeden alındı. Kayrevân boşaltılarak tahrip edildi.
Ukbe bin Nâfî, 680 (H. 60) yılından sonra tekrar Kuzey Afrika Valisi oldu. Kayrevân’ı tekrar ordugâh yaptı. Bizanslılarla şiddetli savaşlar yaptı. Atlas Okyanusu’na kadar dayanıp “Allah’ım! Eğer şu deniz önüme çıkmasa idi, senin güzel dinini yaymak ve rızâna kavuşmak için devam eder, geri dönmezdim” dedi. 682 yılında geriye dönerken askerlerini bölük bölük Kayrevân’a gönderdi. Yanında çok az bir kuvvet kaldı. Fakat Ukbe’ye düşman olan Kuşeyle isminde bir Berberî kabile reisi, Bizanslılardan da aldığı yardımla İslâm kumandanını, Kayrevân’a dönerken pusuya düşürdü. Ukbe ve yanındaki üç yüz askeri şehit etti. Kuşeyle, Kayrevân’ı da ele geçirdi. Bizanslılarla iş birliği yaparak beş yıl kadar bu bölgede hüküm sürdü. İslâm kuvvetleri, Mısır sınırına kadar geri çekilmek zorunda kaldılar.
Hazreti Muâviye’nin yakınlarından olan babası, oğlu Mûsâ bin Nusayr’ın küçüklükten itibaren iyi bir tahsil görmesine gayret etti. Mûsâ bin Nusayr, Şam’ı şereflendiren Eshâb-ı kiramın derslerinde yetişip Tabiînden oldu. Arapçayı fasih bir şekilde konuşurdu. Eshâb-ı kiramdan olan Temîm-i Dârî’den hadîs-i şerîf rivayet etti. Gençliğinde Hazreti Muâviye’nin ordusuna katıldı. Hicretin kırk sekizinci yılında yapılan Kıbrıs seferinde komutanlık yaptı. Kıbrıs’ta kaleler inşa etti. Mısır valisi halife Abdülmelik’in kardeşi Abdülazîz bin Mervân, Mûsâ bin Nusayr’ı himayesine alıp, 698 yılında Kuzeybatı Afrika (Afrikiyye) valiliğine tayin etti.
705 yılında Afrikiyye’ye yola çıkan Mûsâ bin Nusayr, bölgenin savaşlar ve Berberî baskınları ile harap bir hâle geldiğini, nüfusun az olduğunu gördü. Kayrevân şehrini kendisine merkez yaptı. Bilhassa oğulları Mervân ve Abdullah’ı, Afrikiyye içlerine gönderip çok sayıda esir ve ganimet elde etti. Beşte biri otuz bini bulan esirlere, İslâmiyet’in emrettiği şekilde güzel muamele yaptı. Müslüman oldular. Onları yetiştirip, seferlerinde istifade etti.
Daha sonra Mûsâ bin Nusayr, Berberîlerin de iştiraki ile teşkil ettiği orduyla, Tanca ve Sebte gibi kuvvetli kaleleri bulunan Magrib-i Aksâ’ya doğru harekete geçti. Afrika ile Avrupa arasında geçiş noktası olan Sebte, Julianus adında bir Bizans valisinin idaresinde idi. Julianus, daha önce Ukbe bin Nâfî’ye itaatini arz etmişti. Mûsâ bin Nusayr’ı bir hayli uğraştırdıktan sonra anlaşma ile kalesini teslim etti. Hatta onu, İspanya’nın fethine teşvik etti. İspanya ve Avrupa’nın durumunu çok iyi bilen Mûsâ bin Nusayr, İspanya’ya giren güçlü bir ordunun İstanbul’dan çıkabileceğini fark etmişti. Kuzeybatı Afrika’nın fethi, çok az zayiatla tamamlandı. İslâm cengâverleri Atlas Okyanusu kıyısında at koşturdular.
Mûsâ bin Nusayr, yazdığı bir mektupla, Emevi Halîfesi Velîd’den İspanya’nın fethi için izin istedi. İspanya yolu ile İstanbul’un fethedilebileceğini, ordunun İspanya’dan girip Avrupa’yı kolayca geçerek İstanbul’un alabileceğini bildirdi. Halîfe Velîd bir müddet tereddütten sonra İspanya’nın fethine izin verdi. Mûsâ bin Nusayr, azatlı kölesi ve tecrübeli kumandanı Târık bin Ziyâd’ı Tanca’da bırakıp bölgede İslâmiyetin yayılmasını ve İspanya’yı fethetmesini emretti. Kendisi de Afrikiyye’ye döndü.
Târık bin Ziyâd, Emevî halîfesi Velîd bin Abdülmelik zamanında (705-715) Kuzeybatı Afrika’nın fethi için vazifelendirilen Mûsâ bin Nusayr’ın âzâdlı kölesi olup maiyetinde Kuzeybatı Afrika fethine katıldı. Mûsâ bin Nusayr, onun kabiliyet ve cesaretini dikkate alarak emrindeki öncü birliklerinin başına komutan tayin etti. Sonra Berberîlerle yaptığı savaşı kazanınca, Tanca şehrine vali yaptı.
Mûsâ bin Nusayr, Târık bin Ziyâd’ı, güçlü komutanlık hasletleri sebebiyle Endülüs’ü (İspanya’yı) fethe memur etti.
Târık bin Ziyâd, emrindeki dört gemi ve yedi bin mücahitle 711 yılında Endülüs’e hareket etti. Kahraman kumandan, geminin güvertesinde Allahü teâlânın yaratıkları hakkında tefekküre dalmıştı. Bir ara kendini hafif bir uyku hâli kapladı. O anda Resûlullah “aleyhisselam” Efendimiz ile şanlı Eshâbını gördü. Peygamber Efendimiz “Ey Târık! Yoluna devam et!” buyurdular. Mesut komutan, büyük bir sürur içinde uykusundan uyandığında, burayı fethedeceğine inanmıştı. Mücahitler, İspanya’nın güneyindeki Buheyra denilen yerden karaya çıktılar.
O sırada İspanya’da hüküm süren Vizigot Kralı Roderich, her şeyi bırakarak, 100 bine baliğ olan büyük bir ordu ile derhâl güneye koştu. Ordusunun erzakı mebzul, askerlerinin üzerinde kalın zırhlar, yanlarında muhtelif silâhlar vardı.
Târık bin Ziyâd, Kral Roderich’in büyük bir orduyla üzerine geldiğini Mûsâ bin Nusayr’a bildirdi. Yardımcı kuvvet yetişene kadar çevredeki kaleleri, şehirleri fethetmeye başladı.
Târık bin Ziyâd, bu faaliyet içindeyken; Mûsâ bin Nusayr’dan 5 bin kişilik bir yardım geldi. Böylece mücâhidlerin sayısı 12 bini buldu. Bu arada Kral Roderich’in ordusu iyice yaklaşmıştı. Düşmanın görünüşte çok kuvvetli olması, Târık bin Ziyâd’ın maneviyâtını bozamadı. Tek emeli, derhâl savaşa girip düşman üzerine atılmak, şehâdet şerbetini içinceye kadar çarpışmak ve sonunda cennete kavuşmaktı.
Rüyada aldığı müjde ile fethi kesin gören Târık bin Ziyâd, askerlerin geriye dönme ümidini kırmak için rivayete göre gemileri yaktı.
Tarık bin Ziyâd, askerlerine “Ey mücâhid kardeşlerim! Arkamızda deniz, önümüzde düşman var. Düşmana saldırmaktan başka hiçbir şeyimiz kalmadı. Bize ancak doğruluk ve sabır yaraşır. Şunu kesin olarak biliniz ki, bu yarımadada cimrilerin sofrasındaki yetimlerden daha yoksulsunuz! Düşmanınız ordu ve silâhları ile karşınıza çıkacak. Onların erzakı çoktur. Sizin ise kılıçlarınızdan başka yardımcınız ve düşmandan alacağınız erzaktan başka bir şeyiniz yoktur. Allahü teâlâ bu savaşta göstereceğiniz kahramanlığı, dünya ve âhirette iyilikle anılmanız için irade etti.
Sizi davet ettiğim şeye ilk icabet edenin kendim olduğunu iyi biliniz. Ordular karşılaştığında, düşman komutanının üzerine, tek başıma saldıracak ve inşâallah onu elimle öldüreceğim. Benimle birlikte hücum ediniz. Onu öldürdükten sonra ölürsem, kumandanlığı aranızdan bir yiğide verirsiniz. Ondan önce ölürsem, bu büyük işi ardımdan siz tamamlayınız” dedi.
Nihayet iki ordu karşı karşıya geldi. Kralları Roderich, yüksek bir taht üstünde kibirli bir hâlde İslâm ordusunu seyrediyordu. İslâm ordusundan beyaz bayraklı bir heyetin geldiğini görünce, iyice meraklandı.
Elçiler, kralın yanına geldiklerinde; “Ey Kral! Seni ve tebaanı İslâm’a davet ediyoruz! Müslüman olursanız kardeşimiz olur, bağrımıza basarız. Kabul etmezseniz, cizye ve haraç vererek canınızı kurtarırsınız. Bunu da reddederseniz, o zaman aramızı kılıç düzeltecektir!” dediler.
Kral Roderich, sayıca Müslümanların altı-yedi katı olduklarını düşünerek, heyeti reddetti ve savaşı başlattı.
İki ordu, Lekke Vadisinde çarpışmaya başladılar. Târık bin Ziyâd, yanındaki birkaç fedaisi ile çarpışa çarpışa kral muhafızlarının yanına kadar yaklaştı. Büyük İslam komutanı, düşman muhafız birliğini yararak Kral Roderich ile çarpışmaya başladı. Seri kılıç darbeleriyle onu yere düşürdü. Kralın öldüğünü gören düşman askeri, paniğe kapılarak şaşkın bir şekilde sağa sola kaçmaya başladı. Mücahitler, kısa zamanda pek çoğunun işini bitirmiş ve büyük bir kısmını da esir almışlardı.
Târık bin Ziyâd, Mûsâ bin Nusayr’a zafer haberi veren bir mektup gönderdi. Mûsâ bin Nusayr da bir ordu hazırlayarak İspanya’ya geçti.
Kısa zamanda, Müslümanlar Pirene Dağları’na kadar ulaştılar. Nihayet dağlık bölgeler dışında, Got toprakları ele geçti ve İspanya’nın tamamı fethedildi.
Halîfe Velîd bin Abdülmelik, Târık bin Ziyâd ile Mûsâ bin Nusayr’ı 714’te Şam’a davet etti. Endülüs’e (İspanya’ya), Mûsâ bin Nusayr’ın oğlu Abdülazîz’i vali olarak gönderdi.
Târık bin Ziyâd, halîfenin davetinden sonra Suriye’de kaldı. Ömrünün sonuna kadar sakin bir hayat sürdü ve 720 senesinde vefat etti